3000 METRE YÜKSEKTEN
Bu mesajı sana 3000 metre yani 3 km yüksekten yazıyorum, Bulgaristan üzerinden devam ediyoruz.
Bir saate kadar uçak inişe geçecek. Tabi ki biz yere inince bu mesaj sana gelecek. Şimdi telefon uçak modunda.
Yemek seansı bitti. Karşılıklı online mesajlaşsaydık hemen menüde ne vardı diye sorardın. "Poulet Grillé" dedikleri "Izgara Tavuk" ve "Ratatouille" dedikleri "Türlü Sebze" var idi. Tahmin edeceğin gibi şaraplar da vardı. Şimdi kahvemi içiyorum, pencereleri kapattım ve bunu yazıyorum.
Bulutları çok seyrettim, bembeyaz kar yığınları gibi duruyordu, bazen de pamuk şekerini andırıyordu, uçak arada bir bulutların içine dalıyordu ve dışarısı gözün hiçbir şey göremeyeceği bir beyaza bürünüyordu, "beyaz karanlık" desem belki ifade eder.
Çok ilginçtir, yeryüzünde iken başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmayı ihmal etmeyiz, gökyüzünde iken de yeryüzüne bakmayı ihmal etmiyoruz. Uçak yerden kalkıp bulutlar içinde kaybolana kadar yeryüzüne bakmayı ihmal etmedim, ayaklar yerden kesilince insan kendini kanatlanmış hissediyor, koca binalar git gide küçülüyor, gökdelen dedikleri upuzun binalar, fabrikalar, küçücük kutular gibi küçülüyor, önce binalar, sonra şehir kayboluyor, şehirler arası yollar, otobanlar yeryüzüne atılmış bir çizik gibi duruyorlar. Dağlar el ele, kol kola girmiş gibi sıra halinde dizilmişler, insanlar nerede bir düzlük bulmuşsa oraya şehirler inşa etmişler, bazı şehirler de dağlar tarafından ablukaya alınmış gibi gözüküyor. İnsan kuşbakışı dünyaya bakınca insanlar, milletler bu koca dünyanın nesini paylaşmıyorlar, bu kadar bomboş tabiat varken niye kavga ederler diye kendini düşünmekten alamıyor, bahçe duvarını yaparken birbirinin arsasına girdi diye kavga eden komşular, toprak yüzünden birbirine giren köylüler, çiftçiler insanın aklına geliyor uçsuz bucaksız tabiata kuşbakışı bakınca.
Ne gökyüzünde ne de yeryüzünde hiç bir doğal ülke hudutu yok, insanlar, toplumlar haritalar üzerine kendileri çizmiş bu hudutları, tabiatı parsellemişler...
Ne yazık ki insanlar yeryüzünde dünyaya kuşbakışı bakamıyorlar, dünyayı oturduğu sokaktan ibaret sanıyorlar.
Yanımdaki yolcunun uçak fobisi var, "bu son, bir daha binmem" diyor, uçak arada bir sallanınca hemen koluma sıkıca tutunuyor, ben şimdi bunları yazarken telefonu kullanmamdan rahatsız olduğunu biliyorum, telefon uçak modunda dememe rağmen rahat edemiyor, "ne olur, ne olmaz" diyor. Bu uçak fobisi çok ilginç, lavaboya gitmek için kuyruğa girmiş yolcuları görünce "bunlar ne yapıyor be, bu kadar yığılır mı buraya böyle, uçağın dengesini bozacaklar" diyor. Ben gizli gizli gülmekten kendimi alamadım, bir yandan da onun bu stresine çok üzüldüm.
Uçak inişe geçti, pencerenin plastik perdesini açtım, deniz gözükmeye başladı, uçak yolculuklarında uçak deniz üzerinden her geçtiğinde nedense Nazım Hikmet'in "Denizi ilk kez uçak ile geçer gibi seviyorum seni" dizeleri hep aklıma geliyor.
Şimdi sen diyorsundur bu gene uzun uzun yazmış. "Sevgili yolcular, alçalmaya başladık, cep telefonlarınızı, tabletletlerinizi ve her türlü elektronik aletinizi iniş esnasında tamamen kapatınız, koltuğunuzun dik, masanızın kapalı olduğunu kontrol ediniz" diye başladı anons, bu anonsu artık ezberledim.
Uçağın ineceğini duyan yanımdaki yolcunun stresi daha da arttı, bu sefer "pilot uçağın tekerlerini açmış mıdır acaba" diye söylendi kendi kendine, benden bir cevap alamayınca yanından hızla geçen hostese sordu, hostes tebessümle "siz hiç merak etmeyin beyefendi" diye geçiştirici bir cevap verdi.
Şimdi telefonu kapatıyorum.
Sevgiler.
Mûlla Evîndar
01.10.2015
Yorumlar
Yorum Gönder