Kayıtlar

Anı etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

LİSELİ

LİSELİ "Liseli" kelimesi nedense durduk yere kulağıma hoş gelir, anlamıyla, telaffuzuyla hoş bir imge olarak zihnimde belirir. "Lise" Fransızcadır, "Lycée" diye yazılır Fransızcada, ama okunuşu aynıdır. Fransızca aşk dilidir derler, kim bilir belki de ondandır kulağa hoş gelmesi. Liseli artık çocuk değildir ama henüz tam genç de değildir, reşit değildir ya da olmak üzeredir. Ama artık aşık olmasını becerir, sevmeyi bilir. İlk sevmelerin, taptaze aşkların yaşandığı yıllar... Belki de bundandır zihinde hoş bir imge olması. Lise 1, Lise 2, Lise 3 diye belirtirdik sınıfımızı. Lise 3'teydim. Sıralara ikişerli ikişerli otururduk. Genelde erkekler ve kızlar ayrı otururdu. Yanımdaki sıra arkadaşım Serdar nakil yapıp başka liseye geçince ben sırada tek başıma kaldım. Sınıfın hemen hemen yarısı kızdı, kızlar da ikişerli ikişerli otururdu, sadece bir sıra vardı ki orada üç kız yan yana oturuyordu, o da hemen önümdeydi. Hemen o ilk gün öğretmen o üç

MAVİ YOLCULUK

MAVİ YOLCULUK İtalya'nın liman kenti Brindisi'den Türkiye'nin Çeşme ilçesine doğru gitmek üzere gemiye bindik. Otomobilimizi geminin en alt katında tarif edilen yere bırakıp küçük valizlerimizi de kamaramıza götürdükten sonra en üst kat olan güvertede bulunan restorana gittik. Restoranın yan ve üst tarafları tamamen açık olan bölümüne oturup denizi, mavi suları izleyelim dedik. İki kişiydik. İlk kez koca denizde uzun yolculuk yapacaktım, yanımdaki arkadaş uçak fobisinden dolayı uçağa binemediği için yolculuğu böyle tercih ediyordu, meraklı ve heyacanlıydım, bu yolculuk otuz altı saat sürecekti ama merak etmeyin bu yazı otuz altı saat değil hemen biraz sonra bitecek. Gözlerimi etrafta ne kadar çok gezdirdiysem de hep limana takıldılar. Önce liman, sonra kıyı ve giderek koca şehir yavaş yavaş küçülüp tamamen kayboldu. Artık Brindisi yoktu. Arada bir küçücük adalar çıkıyordu sonra onlar da bir daha hiç çıkmadılar. Şimdi her taraf sadece mavi sulardan ibaretti, koca de

HUDUTLAR

HUDUTLAR Bir yaz günü Fransa'dan karayoluyla Almanya'ya geçiyoruz. Güneş ışıl ışıl şavkıyor, hava açık, gökyüzü berrak, yeryüzü rengarenk. Yolun sağında, solunda bir tür papatya olsa gerek, her tarafı bir örtü gibi kaplamıştı. "ALMANYA'YA HOŞGELDİNİZ" levhası çıktı, artık levhalar, tabelalar Almanca idi, Fransızca bitti. Fransa'dan Almanya'ya geçtik, hudut ile neredeyse bitişik olan park alanına arabayı hemen çekip arabadan indik ve Almanya'ya ayak bastık, sonra rengarenk tabiatı seyre daldık. Yeryüzünü örten papatyalara bakarken, düşüncelere daldım: Hududu geçtik, ülke ismi değişti, dil değişti ama papatyalar değişmedi, hududun her iki tatafında da aynıydı, sıra halindeki doğal ağaçlar gene aynıydı, gökyüzünde parıldayan güneş aynıydı, masmavi gökyüzünde huduttan bihaber kanat çırpıp hududun bir o tarafına bir bu tarafına uçuşan kuşlar aynıydı, gökyüzünde hudut yoktu. Hududun her iki tarafında hava, oksijen aynıydı. Ne gökyüzünün rengi ne de y