Kayıtlar

Deneme etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

WÊNENAME / RESİMNAME

Resim
Wêne û Helbest : Mulla Evindar WÊNENAME / RESİMNAME Li vê sedsala nû di wêje de, bi taybetî jî di warê helbestê de rêbazeke nû, şêwazeke nû destpê dike. Di berika herkesî de telefonê mobîl ku wêneyan dikşîne heye û em her kêlî û rewşa xwe bi wan telefonan dikşînin û car carna jî li bin, li ser, li hundir van wêneyan çend gotin, helbest û hwd. dinivîsin. Ji ber ku gotin yan jî helbest ligel wêne ye, wêne bi peyvan re alîkarî dike û wateya hevokan temam dike, xurt dike. Bi vî awayî jî stîleke nû, şêwazeke nû di wêje de li cîhanê destpê dike. Min navê vê rêbazê li ba xwe kir "wênename". / Bu yeni yüzyılda biz belki farkında olmadan edebiyatta, özellikle de şiirde yeni bir akım, yeni bir tarz başladı ve gelişiyor. Herkesin cebinde kameralı telefonlar var ve bu telefonlarla her anımızı, her durumumuzu çekip resimliyoruz sonra altına, üstüne ya da içine yazılar yazıyoruz. Bu yazılar resimden ayrı olmadığı için resim kelimelere yardımcı olmakta, cümleleri tamamlama

LİSELİ

LİSELİ "Liseli" kelimesi nedense durduk yere kulağıma hoş gelir, anlamıyla, telaffuzuyla hoş bir imge olarak zihnimde belirir. "Lise" Fransızcadır, "Lycée" diye yazılır Fransızcada, ama okunuşu aynıdır. Fransızca aşk dilidir derler, kim bilir belki de ondandır kulağa hoş gelmesi. Liseli artık çocuk değildir ama henüz tam genç de değildir, reşit değildir ya da olmak üzeredir. Ama artık aşık olmasını becerir, sevmeyi bilir. İlk sevmelerin, taptaze aşkların yaşandığı yıllar... Belki de bundandır zihinde hoş bir imge olması. Lise 1, Lise 2, Lise 3 diye belirtirdik sınıfımızı. Lise 3'teydim. Sıralara ikişerli ikişerli otururduk. Genelde erkekler ve kızlar ayrı otururdu. Yanımdaki sıra arkadaşım Serdar nakil yapıp başka liseye geçince ben sırada tek başıma kaldım. Sınıfın hemen hemen yarısı kızdı, kızlar da ikişerli ikişerli otururdu, sadece bir sıra vardı ki orada üç kız yan yana oturuyordu, o da hemen önümdeydi. Hemen o ilk gün öğretmen o üç

YAZALIM

YAZALIM Yazının icadı ile tarih, arkasında daha kolay iz bıraktı. Yazalım... Aklımızdan geçeni, yürekte hissedileni kalem ile kağıda dökelim ya da klavye ile ekrana geçirelim. Daha önce olanı, şimdi olmakta olanı, olmasını istediklerimizi... Hayallerimizi, ufuklarımızı... Yazalım... Yazarken şiir, öykü, roman, deneme vs. diye isim koymaya gerek yok, yazılana son noktanın konulmasıyla ortaya ne çıkarsa, hangi edebî tür, hangi yazı türü çıkarsa. Belki de yeni bir edebî tür, yeni bir yazı türü ortaya çıkar... Önemli olan birşeyler yazmak. Yazar olacağım, şair olacağım diye değil... İçimizdekini, dışarıya aktaralım... Etkileme, etkilenme ve etkileşimin bir yolu da budur. İç dünyamızdaki, kafamızdaki sonsuz deryada beliren ama kelimelere, seslere dönüşmeyi bekleyen duyguları, dürtüleri vs. ne varsa yazabildiğimiz kadar, bir cümle bile olsa yazıya dökelim, bunların uçsuz bucaksız iç dünyamızda uçuşup kaybolmasına izin vermeyelim, dış dünyamıza aktaralım, başkalarına u

DAMLA - OKYANUS

Resim
"Sen okyanustaki bir damla değil, damladaki okyanussun" (Mevlana) İnsanın kendisi başlıbaşına bir medeniyettir, okyanus misali uçsuz bucaksız bir iç dünyaya sahiptir, sonsuzluk ötesi ruhsal, duygusal, düşünsel bir iç dünya... Duygu üretebilmesi, şarkı söyleyebilmesi, aşık olabilmesi, yürek titreten şiirler, romanlar yazabilmesi, resim çizebilmesi, gökdelenler inşa etmesi ve daha neler... Bütün bunlar bu okyanus misali iç dünyanın eseridir. Mûlla Evîndar 

HUDUTLAR

HUDUTLAR Bir yaz günü Fransa'dan karayoluyla Almanya'ya geçiyoruz. Güneş ışıl ışıl şavkıyor, hava açık, gökyüzü berrak, yeryüzü rengarenk. Yolun sağında, solunda bir tür papatya olsa gerek, her tarafı bir örtü gibi kaplamıştı. "ALMANYA'YA HOŞGELDİNİZ" levhası çıktı, artık levhalar, tabelalar Almanca idi, Fransızca bitti. Fransa'dan Almanya'ya geçtik, hudut ile neredeyse bitişik olan park alanına arabayı hemen çekip arabadan indik ve Almanya'ya ayak bastık, sonra rengarenk tabiatı seyre daldık. Yeryüzünü örten papatyalara bakarken, düşüncelere daldım: Hududu geçtik, ülke ismi değişti, dil değişti ama papatyalar değişmedi, hududun her iki tatafında da aynıydı, sıra halindeki doğal ağaçlar gene aynıydı, gökyüzünde parıldayan güneş aynıydı, masmavi gökyüzünde huduttan bihaber kanat çırpıp hududun bir o tarafına bir bu tarafına uçuşan kuşlar aynıydı, gökyüzünde hudut yoktu. Hududun her iki tarafında hava, oksijen aynıydı. Ne gökyüzünün rengi ne de y

NAZIM HİKMET & CÎGERXWÎN

Resim
NAZIM HİKMET ve CÎGERXWÎN  Güneşli güzel bir havada Cenevre'nin Leman Gölü'nde bir bankın üzerinde oturmuş Jet d'eau / Su fiskiyesini uzaktan seyrediyoruz, sohbet gene edebiyat, bu sefer şiir. Söz Nazım Hikmet ve Cîgerxwîn'e geldi. Sabırsızlıkla arkadaşımın sözünü bitirmesini bekliyordum, nihayet söz bendeydi, başladım : "Bu toprakların iki büyük şairini bir çırpıda anlatmak elbet kolay değil ama bir şairin bir dizesi bile, kendisi hakkında, sanatı hakkında çok rahat bize ipucu verir. Memleket mi, yıldızlar mı Gençliğim mi daha uzak (Nazım) Şiirde "zaman" ve "mekan"ı, "soyut" ve "somut"u alt üst eden dizeler, "gençlik" geçmişte, "yıldızlar" gökyüzünde, "memleket" ise yeryüzünde. Ama bunların uzaklıklarını bir arada düşünüp ve kafada "güçlü imgeler" yaratmak şairlere özgü birşey. Bunu Nazım yapıyor. Şiirlerinde genelde böyle sıradışı bir tarz ve imge var. Sivik çû bihara m

Kurmanciya xweş, zelal û standart.

Resim

PENCERE

Resim
PENCERE Yağmurun yağdığını pencereden değil telefon ekranından öğreniyoruz. Pencere kenarına oturup dışarıya bakmayı unuttuk.  Nerede o hoş yağmur sesi? Pencere camına usulcacık çarpan damlalar nerede? Nerede yüzümüze çarpan o hoş rüzgarlar? Pencereyi okşar gibi cama vuran o güzelim kar taneleri nerede? Daha doğrusu neredeyiz? Telefon ekranı "dünyaya açılan penceremiz" dedik. Sokağımıza açılan pencereyi kapattık.  Yanıbaşımızdakini görmeyi, ona dokunmayı bırakıp olmayan yerlere doğru yelken açtık.  Neredeyiz? Nereye gidiyoruz?  Mûlla Evîndar  mullaevindar@gmail.com

ROJBÛN AN ROJABÛYÎNÊ?

"ROJBÛN" AN "ROJA BÛYÎNÊ" ? Di warê medyaya civakî / sosyal medya de bi piranî dibên "rojbûna te pîroz be".  Mixabin ew çewt e! Rojbûn, "hebûna rojê" ye. "Hebûna rojê" tê pîroz kirin an "roja bûyînê"? Bi rastî "roja bûyînê" tê pîroz kirin. Em dikarin bêjin "Roja bûyînê" , "Roja bûnê", "Roja ji dayikbûnê" lê em nikarın bêjin "Rojbûn". Ji ber ku bilêvkirina "Rojbûn"ê hêsan e ew bi wî awayî dihere. Ka ku va here!... ROJA BÛYÎNÊ YA WE PÎROZ BE! Mûlla Evîndar 

SANAT - Mulla Evindar

Resim
SANAT Kişinin ruhsal dünyası muazzam bir deryadır akacak yer arar... Roman olur çıkar, hikâye olur çıkar şiir v.s... Bazen de her kelime her cümle bu cesareti gösteremez, beceremez o zaman da müzik olur çıkar, resim v.s. olur çıkar. Mûlla Evîndar  mullaevindar@gmail.com 

BEETHOVEN DİNLEMEK - Mulla Evindar

BEETHOVEN DİNLEMEK Koltukta uzanırken gözlerinizi kapatıp şöyle bir Beethoven dinlediniz mi? Örneğin Moonlight (Ayışığı) parçası. Dinledikçe uzuyor arada bir tam da veda eder gibi piano yavaşlasa da sonra usulcacık "merhaba" der gibi piano tekrar giriyor. Moonlight tam da ismi gibi yani ayışığı gibi ruhu, beyni, yüreği sükûnete davet ediyor. Karanlığın içinde, göğü yarıp etrafa ışık saçan ay romantizmi gibi. Piano sonatı diyorlar. Sadece piano çalıyor. İnsan dinledikçe uykuya dalıyor. Kör bir kızın Beethoven'a "bana ayışığını anlat" demesi üzerine bunu müzik ile anlatarak bestelediği söylenir. Eğer Beethoven ya da Klasik Müzik diye bir klasör varsa cep telefonunuzda ya da bilgisayarınızda ve de play tuşuna basıp uzanmışsanız tam uykuya dalacakken, her an 5.Senfoni girebilir araya, hani şu biri kapıya vururken ilham aldığı rivayet edilen 5.Senfoni. Coşkuya, hareketliliğe davet ediyor. Parça bitiyormuş gibi yavaşlarken bir bakıyorsun aynı müzikal dokuda