Kayıtlar

Hikaye etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

3000 METRE YÜKSEKTEN

Resim
3000 METRE YÜKSEKTEN Bu mesajı sana 3000 metre yani 3 km yüksekten yazıyorum, Bulgaristan üzerinden devam ediyoruz. Bir saate kadar uçak inişe geçecek. Tabi ki biz yere inince bu mesaj sana gelecek. Şimdi telefon uçak modunda. Yemek seansı bitti. Karşılıklı online mesajlaşsaydık hemen menüde ne vardı diye sorardın. "Poulet Grillé" dedikleri "Izgara Tavuk" ve "Ratatouille" dedikleri "Türlü Sebze" var idi. Tahmin edeceğin gibi şaraplar da vardı. Şimdi kahvemi içiyorum, pencereleri kapattım ve bunu yazıyorum. Bulutları çok seyrettim, bembeyaz kar yığınları gibi duruyordu, bazen de pamuk şekerini andırıyordu, uçak arada bir bulutların içine dalıyordu ve dışarısı gözün hiçbir şey göremeyeceği bir beyaza bürünüyordu, "beyaz karanlık" desem belki ifade eder. Çok ilginçtir, yeryüzünde iken başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmayı ihmal etmeyiz, gökyüzünde iken de yeryüzüne bakmayı ihmal etmiyoruz. Uçak yerden kalkıp bulutlar içinde kay...

EKRANDAKİ ve PENCEREDEKİ DÜNYA

EKRANDAKİ ve PENCEREDEKİ DÜNYA Uçağa binmelerine bir saat kalmıştı, Sylvie tabletin şarjını kontrol edip tam dolsun diye koltuğun yanındaki prize fişi taktı. Bilir çocuğunun tablet olmadan yapamayacağını, bilir Alex'in tablet olmadan rahat  duramayacağını. Alex altı yaşındaydı ve tüm dünyası bu tablet denilen el bilgisayarıydı. Alex'in babası Mustafa ise çocuğunun şimdiden elektronik aletlerle böyle haşır neşir olmasıyla gurur duyuyordu. Bir güvercin misali Fransa'dan, Türkiye'ye konmak üzere uçtu uçak. Alex tabletini elinden hiç bırakmayıp hiç kimseyi rahatsız etmedi yolculuk boyunca. Dışardaki bembeyaz bulutlardan, uçsuz bucaksız boşluktan bihaber uçakta pencerenin yanında usul usul oynuyordu, pencerenin perdesini kapatmıştı, ışık ekrana yansımasın diye. Uçak indi Ankara'ya. Sabahın erken saatleriydi. İzinleri boyunca kullanmak için kiraladıkları araba havalimanı çıkış kapısında onları bekliyordu. Arabaya binip ver elini köyüm dedi Mustafa. Yollar çok sa...

SESSİZ GÜRÜLTÜ

SESSİZ GÜRÜLTÜ Şemsiyemi nedense bugün evden çıkarken almadım, hem de Cenevre'de bugün yağmur yağacağını bildiğim halde. Bu güneşsiz günde evde oturmak varken bir pazar günü şehir merkezinde caddelerde yürürken çok sert bir yağmurun altında buldum kendimi. Daha da azgınlaşacağı belli olan yağmurdan kaçıp hemen yanımdaki "Café & Bar Swiss" gençlik barına girdim. Yağmurdan kaçıp doluya tutuldum, barda o kadar aşırı bir gürültü vardı ki, işin içinde ıslanmak olmasaydı o güzelim yağmur sesini yeğleyip bu gürültüden kaçabilirdim. Gürültü yetmezmiş gibi bir de aşırı kalabalıktı, kalabalığın yarısı ayaktaydı, oturacak sandalye yok diye değil, tarz böyleydi ve ağzına kadar tıka basa doluydu bar.  Bira içip bağıra bağıra eğlenenler, müzik ritmine uygun olarak yerinde dans edenler, telefonda konuşanlar, garson çağıranlar... Islanmayı düşünmeksizin tam bardan çıkmak üzereyken köşede yalnız ve çok sakin bir vaziyette oturan bir kız gözüme çarptı ve nedense dışarıya çıkmak y...

BAVUL

Resim
BAVUL Kentin bir ucundan diğer ucuna kadar gezmediği, görmediği yer bırakmadı Bayram o gün. Sayamayacağı kadar tramvay, otobüs değiştirdi, bir çok bistroda kahve içti, bira içti, restorantta pizza yedi, caddelerde dolaştı. Caddelerde yürürken kendisini sanki ıssız bir çölde yürüyormuş gibi hissediyordu, oysa iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı Paris caddeleri. Son durak meşhur Champs-Eliysée caddesiydi, Bayram kalabalıktan insanlara çarpa çarpa en yakın durağa ulaşıp evin yolunu tuttu. Evine yakın durakta inip metrodan çıktı, akşam olmak üzereydi. Kaldırımda yürürken nedense Nazım Hikmet'in şu dizeleri aklına geldi: "Ben, ihtiyarlığım, yalnızlığım  Bir de kara sevda  Dördümüz yan yana yürüyoruz" Ama Bayram ihtiyar değildi, kırlaşmış saçları olsa da henüz elli yaşlarında idi. Tek odalı evine girerken her zamanki gibi dış kapısı gıcırdıyordu, bu gıcırdama sesi odadaki ıssızlığı, sessizliği yarıyordu, Bayram için bu ses eve geldiğinin habercisiydi. Yarıl...

ROMAN - Mulla Evindar

Resim
ROMAN Mehtap çoktandır bir kaç roman almak istiyordu, girdiği kitabevinde romanları eline alıp, teker teker göz gezdirip tekrar yerine koyuyordu. Bir tanesinde şöyle bir cümle ilgisini çekti : "Aslında her insanın hayatı bir romandır ve yazarı da kendisidir". Mehtap derin ve gizli bir gülümsemeyle o kitabı da tekrar yerine koyup, hiçbir roman almadan gitmeye karar verdi. Çıkış kapısına doğru kendinden emin adımlarla aradığını bulmuş edasıyla yürürken içinden "okumaya zamanım olmaz, kendim roman yazacağım" dedi. Madem ki her kişi kendisinin romancısıdır, kendini niye başkalarının serüvenlerinde arayıp iz sürer gibi başkasından okuyacaktı, kendisini en iyi kendisi anlatır diye düşündü.   Başlar roman yazmaya. Mehtap günlerce, haftalarca uğraştı. Eli, ayağı birbirine dolandı, tek sayfa yazmak şöyle dursun ilk cümleyi bile henüz yazamamıştı, nereden nasıl başlayacağına karar veremiyordu, yazıp yazıp tekrar siliyordu. Tekrar kitabevine gelip daha önce baktığı ro...

BAKMAK ve GÖRMEK - Mulla Evindar

BAKMAK ve GÖRMEK Ahmet mola verip her zamanki gibi deniz kenarında, sahilde gezintiye çıktı. Denize sıfır denilebilecek bir otelde beş yıldır çalışmaktaydı. Sahilde dolaşırken, denize bakıp birşeyler çizen bir ressam görür. Ressamın yanına gider ve sorar: "Kolay gelsin, ne çiziyorsunuz?" Ressam : "Denizi çiziyorum". Ahmet : "Zahmete ne gerek var, fotoğrafını çek". Ressam bıyık altından gülerek "denize dön ve bak" der. Ahmet denize döner ve bakar.  Ressam : "Ne görüyorsun?"  Ahmet : "Ne olacak, denizi görüyorum, beş yıldır hep görüyorum". Ressam : "Daha başka ne görüyorsun?" Ahmet : "Kocaman bir su birikintisi".  Ressam : "Sahilde gezintine devam et, sen gelinceye kadar resim de biter ve gel bak resime". Ahmet : "Anlaştık, gelirim". Ahmet söz verdiği gibi sahil gezintisini tamamlayıp gölgede oturmuş olan ve yaptığı resime bakan ressamın yanına gitti. Ahmet de resime bakar, baktıkç...